ATLAR VE TANKLAR

15 ve 16. yüzyıllar Avrupa'da modern düşüncenin ve devletin sancılı bir şekilde doğduğu dönemlerdir. Tabi ki bu bir süreçtir hatta hala devam etmektedir ancak bizim bildiğimiz anlamda devletin öyküsü 500 küsur yıllık bir geçmişe dayanmaktadır.
Peki nedir bu modern devlet veya daha geniş ifadeyle modern düşünce?
Öncelikle belirtelim bu, bir akım veya dalgadan çok daha geniş bir küme olarak düşünülmesi gereken bir konudur zira başta devlet yapısı olmak üzere sanattan bilime, eğitimden sosyal hayata birçok konuya etki eden bu olgu bir fikir değil bir düşünme biçimidir.
Bu düşünceyi anlayabilmek adına elbette bugün Rönesans (14-16 yy) ve Reform (15-17 yy) diye andığımız olayların gerisine bakmak ve modern düşünceyle olan bağlarını irdelemek gerekir fakat devlet kuramı ve iktidar kavramını incelemek için gerekli olan soru "modern meşruiyet kaygısı nedir?" sorusu olmalıdır. Bu soruyu cevaplamadan altını çizmek gerekir ki kilisenin iktidar gücünü devretmeye zorlandığı reform dönemi de zaten iktidar kavramını incelemek için mükemmel bir deney alanıdır.
Devam etmek gerekirse modern meşruiyetin ne olduğu konusuna gelmek gerekecektir. Meşruiyet, bilindiği üzere iktidar ile ona iktidar olma kuvveti veren odak arasındaki rızalılıktır. Bu iktidar olma kuvvetini veren odak yani tabiri caizse aşkın güç, bazı dönem ve coğrafyalarda yaratıcı veya hanedan olarak görülse de modern düşüncede bu aşkın güç dünyevileştirilmiş ve "ulus" kavramına bağlanmıştır.
Kimilerine göre daha sonra Fransız İhtilali ve 1. Dünya Savaşı sonrası düzene temel olacak bu görüş Floransalı bürokrat ve düşünür Niccolò Machiavelli'nin yazdığı "Hükümdar" adlı eser ile ortaya çıkmışsa da bizce bu konudaki popüler okumalar eksiktir.
Machiavelli ve onun Hükümdar'ını daha sonraki bir yazıya bırakacak olursak artık iktidarın odağının ulus denilen kavrama dayandığı açıklığa kavuşmuştur.
Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün de ifade ettiği ve Fransız yazar Jean Bodin'in kurallarını ortaya koyduğu "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ifadesi modern düşünülmüş bir devletin, iktidarın en doğru ifade edilişidir.
Burada belirtmek gerekir ki; Mustafa Kemal Atatürk Batı'nın geleneği veya düşüncesini kendine almamış fakat çağa ayak uydurup toplumu geliştirmek için düşünce sistemini bir araç olarak kullanmıştır. Bunu yapmasının en önemli iki sebebi bana göre onun muazzam ileri görüşlülüğü ve yeniden canlandırılmak istenen "İmparatorluk" düşüncesinden acilen kurtulmak istemesidir.
Bununla beraber Osmanlı veya başkaca imparatorluklar modern birer devlet olmasalar bile moderniteye kısmen geçiş yapmışlardır. Bir savaş devleti olan Osmanlı bu geçişi olağan olarak ordu değişikliği ile başlatmıştır: 16 Haziran 1826'da gerçekleşen ve Vaka-i Hayriye olarak bilinen olay ile 2.Mahmut resmen modern ordu fikrini hayata geçirmiştir.
O halde modern devlet dediğimiz kavramın meşruiyetini ulustan aldığı ve skolastik dönemdeki kilise yapılanmasından en temel farkının bu olduğu açıktır.
* * *
Atlar ve tanklar meselesine gelmeden evvel bir çatışmalar zincirinden bahsetmek istiyorum.
Zaten bu at ve tank meselesi de bu zincirin bir halkasıdır: Feodal düzenle ulus devletin ayrıca skolastik ile modern düşüncenin çatışması. 
Bu ikisi birbirine bağlı konular olduğundan beraber incelenmelidir.
Cervantes'in meşhur şövalyesi Don Kişot tam bir feodal düzen adamıdır. Romanda moderniteyi temsil eden yel veya su değirmenleri ile komik biçimde savaşması aslında bu mesajı vermektedir.
Skolastik düşüncenin, moderniteye karşı olan yenilgisini açık şekilde kabul ettiği Rönesans ve Reform hareketlerinin Katolik kilisenin kendi içinden çıkarak yapılması ile daha net anlaşılacaktır.
Modern düşünce zamanın geçmesi ile kendiliğinden oluşamaz örneğin Naziler 1939'da Polonya'yı işgal ettiğinde modern ve gelişmiş Alman ordusunun tanklarına karşı ezilen Polonyalı süvari birlikleri 20. yüzyılda olmanın modernitenin yaşandığı anlamına gelmeyebileceğinin kanıtıdır. Tanklar altında ezilen atlar bu "çatışmanın" en net ortaya koyulduğu tablolardan biridir.
* * *
Bir toplumun modern düşünceye sahip olması kolay bir şey değildir. Günlük kullanımız dışında düşünüldüğünde modern düşünmek çoğu toplumun kapitalizm ile uzaklaştırıldığı bir faaliyettir. Bunun dışında bugünler de dünya için "Acaba modernitenin sonuna mı geldik?" diye düşünmemek elde değildir. Zira son 500 yıl içerisinde ve öncesinde hiç olmadığı kadar hızlı değiştirilebilen bir algı yönetimi ve toplum yönlendirmesi bugün medya aracılığıyla tezahür etmektedir.
Doğrunun ve yanlışın, eski ve yeninin tarih boyunca süren ve süreceği mutlak olan bu savaşında  en çetrefilli dönemler yaşanmaktadır. Böylesine bir dönemde insanlığın doğruları görmesi ve düşünmesi yeterli değildir. Doğruları görerek ve düşünerek gereğini yapmamız dileğiyle...